“`html
Emziren kadın figürü, antik dönemlerden günümüze kadar sanatta doğurganlık, annelik ve bakım kavramlarının sembolü olmuştur. Bu figür, dönemin kültürel sentezini ve estetik anlayışını oluşturan önemli bir işaret haline gelmektedir.
TARİHİN İLK TEMSİLİ: WİLLİENDORF VENÜSÜ
İ.Ö. 20.000 yılına tarihlenen Willendorf Venüsü heykelciği, doğurganlığı ve bereketi simgeleyen ilk figürlerden biri olarak öne çıkıyor. Büyük göğüsleri, belirgin kalçaları ve dolgun karın yapısıyla, bu figür yalnızca doğurganlığı temsil etmekle kalmayıp, aynı zamanda kadın bedeninin tarihsel algısını sorgulatan bir arkeolojik önemli bir simgedir. Bu çok katmanlı anlam, kadınların tarihsel olarak nasıl algılandığına dair ipuçları sunmaktadır. Bu eserin “Venüs” olarak adlandırılması bazı akademisyenler tarafından tartışılıyor çünkü bu terim Batı sanatında daha ince, genç ve idealize edilmiş kadın idealine göndermelerde bulunmaktadır.
EMZİRMEYE DAIK KATEGORİK BAŞLANGIÇLAR
Emziren kadın figürü, Antik Mısır mitolojisinde Tanrıça İsis’in Horus’u emzirdiği sahnelerle başlar. Bu sahneler, anneliği sadece biyolojik bir eylem olmayıp, aynı zamanda “tanrısal bir görev” ve “krallığın meşruiyeti” olarak da değerlendirmektedir. Bu figürler, tarih boyunca annelik ve doğurganlığın görsel yorumları üstüne farklı bakış açılarına sahiptir. Bazı feminist eleştirmenler ise bu figürü, kadınların üretkenliğini takdir ederken, zıt bir şekilde onları ahlaki ve sosyal rollere iten bir anlatı olarak değerlendiriyor. İsis’in Horus’u emzirdiği sahne, Hristiyan sanatında da ilham kaynağı olmuştur.
RÖNESANS’DA “EMZİREN MADONNA”
Rönesans dönemi (14.-17. yüzyıl), Hz. Meryem ve Hz. İsa’nın sayısız kez resmedildiği dönemdir. Bu tür sahneler “Emziren Madonna” olarak adlandırılmıştır. Tanrı’nın taşıyıcısı (Theotokos) olarak sunulan bu figürler, tanınmış sanatçılar Carlo Crivelli, Leonardo da Vinci, Jean Fouquet ve Raffaello Sanzio tarafından ele alınmıştır. Özellikle Leonardo da Vinci’nin “Madonna Litta” tablosu bu alanda en bilinen eserlerden biridir. Bu figürlerin annelikle ilişkilendirilen sembolik anlamları üzerine birçok değerlendirme yapılmaktadır.
EMZİREN KADIN FIGÜRÜNÜN SANAT TARİHİNDEN GEÇEN DEĞİŞİMLER
17. yüzyıldan itibaren kadın figürlerinin temsilinde belirgin değişiklikler görülmektedir. Bu figürler, mahremiyet anlayışındaki evrimler ve kadın bedenine atfedilen farklı anlamlar dolayısıyla sanat eserlerinde daha az görünür hale gelmiştir.
EMZİREN KADIN FIGÜRÜNÜN SANATSAL DÖNGÜSEL GELİŞİMİ
20. yüzyılda feminist sanat akımları, emziren kadın figürünü yeni bağlamlarda incelemeye başlamış ve bu modellenmeler, heykel sanatında toplumsal cinsiyet rolleri ve bedensel üretkenlik konuları ile ilişkilendirilmiştir.
Bu figürler, yalnızca annelik temasını değil, aynı zamanda kadın bedeninin politik, kültürel ve bireysel yönleriyle bağlantılı çeşitli bakış açıları ile değerlendirilmektedir.
MALZEME VE ŞEKİLDEKİ YENİLİKLER
Branş, taş ve modern sentetik malzemeler ile üretilen heykellerde emziren kadın figürleri daha soyut, parçalı veya parça estetiği ile sergilenmektedir.
Louise Bourgeois, annelik ve kadın bedenini en etkileyici biçimde “Maman” (1999) adlı heykelinde ifade ediyor. Bourgeois, bir örümceği annesiyle ilişkilendiriyor; koruyucu, üretken, zeki ve aynı zamanda savunmasız bir figür olarak. Heykelin gövdesinde bulunan mermer yumurtalar, anneliğin doğurganlık ve besleyicilik boyutunu simgeler.
NİKİ DE SAİNT PHALLE’NİN KADIN TEMASINI YANSITAN ENSTALASYONLARI
Niki de Saint Phalle, renkli ve büyük ölçekli kadın figürleri ile annelik ve kadınlık konularına odaklanıyor. Phalle, en ikonik eserlerinden biri olan “Hon-en Katedral” (1966) ile dev bir kadın formu yaratıyor.
İç mekânında sergilenen çeşitli enstalasyonlar, hem anneliği yücelten hem de kadın bedeninin nesneleştirilmesine karşı eleştiriler içeren bir anlatı sunar.
KİKİ SMİTH’İN BEDENİ KULLANARAK YAPTIĞI SANAT YORUMLARI
Kiki Smith, emzirme ve doğum gibi temaları beden üzerinde doğrudan işleyerek, mahremiyetin kamusallaşmasını sorgulayan eserleriyle feminist sanatın özgün temsilcilerinden biri olmuştur. “All Souls” (1988), “Mary Magdalene” (1994), “Virgin with Dove” (1999) ve “Untitled (Fountain)” gibi eserleri bu bağlamda değerlendirilmektedir.
Smith’in “Mary Magdalene” eseri, Hemingway kırılgan ama ayakta duran bir kadın bedenini temsilen, geleneksel kutsallık anlayışından farklılaşarak, savunmasızlığı ve ruhsal ağırlığı ön plana çıkartmaktadır.
SANATTA ANNELİK TEMASI
Mary Kelly, 1973’den 1979’a kadar süren “Post-Partum Document” serisi ile annelik deneyimini sanat eseri haline getiriyor. Eserde; bebek bezleri, beslenme çizelgeleri ve dil gelişimini izlemeye yarayan günlük nesneler yer alıyor.
Proje, psikanaliz ve feminist kuram bakış açısıyla anneliği toplumsal ve bireysel boyutlarıyla ele alıyor. Eserin konusu ve kullanılan malzemeler dönemi itibarıyla sanat dünyasında büyük tartışmalara yol açtı.
EMZİRME TEMASININ SANATTAN YANSIMALARI
Günümüzde emzirme, farklı sanat disiplinlerinde işlenen bir konu haline gelmiştir. Sanatçılar, bu figürü annelik, beden ve bakım emeği temaları çerçevesinde görselleştiriyor. Fotoğraf, heykel ve performans gibi alanlarda emzirme sahneleri, toplumsal temsiller ve normalleşmiş normlar arasındaki ilişkileri yorumlamaktadır. Çoğu zaman bu durum, örtülmesi gereken bir davranış olarak algılanarak, kadınların sosyal görünürlüğünü kısıtlamaktadır.
Yazar: Özge Esen
Kaynak: Odatv.com
“`